Ajans Dolunay Trabzon Haberleri

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. İBRAHİM MURAT GÜNDÜZ’ÜN BAKIŞIYLA: “BAŞBUĞ’UN MİRASI, BİZİM NAMUSUMUZDUR!”

İBRAHİM MURAT GÜNDÜZ’ÜN BAKIŞIYLA: “BAŞBUĞ’UN MİRASI, BİZİM NAMUSUMUZDUR!”

admin admin -
102 0

İBRAHİM MURAT GÜNDÜZ’ÜN BAKIŞIYLA: “BAŞBUĞ’UN MİRASI, BİZİM NAMUSUMUZDUR!”

Tarihte bazı önderler vardır; onların ardından sadece bir fikir değil, bir millet yürür.

Alparslan Türkeş, işte o önderlerden biridir.

O, öyle bir iz bırakmıştır ki; onu takip etmek, sadece bir yolculuk değil, bir namus meselesidir.

Ben, İbrahim Murat Gündüz olarak, Başbuğ’un bıraktığı kutlu mirasa baktığımda bir vasiyet değil; bir milletin bekâ haritasını görüyorum.

Çünkü biz biliyoruz:

Başbuğ’un mirası, bizim namusumuzdur.

Bu miras sadece bir parti, bir teşkilat, bir hareket değildir.

Bu miras; kurşunların hedefi olmuş binlerce Ülkücünün son nefesi,

cezaevlerinde susarak direnen irade,

meydanlarda haykıran Türk gencinin onurudur.

Ve bu mirası taşımak, bir tercih değil;

şerefle omuzlanmış bir sorumluluktur.

1968 – 1980: Komünist Terör Kuşatması ve Ülkücü Direnişin Destanı

Türkiye’nin üniversiteleri, 1968’den itibaren birer bilim yuvası olmaktan çıkarıldı.

Sözde özgürlük, üniversite özerkliği adı altında, komünist ve bölücü örgütler bu kurumları üs haline getirdiler.

Derslikler artık sınıf değil, karargâh olmuştu.

Amfilerde ilim değil; Mao’nun, Lenin’in, Stalin’in kanlı öğretileri okutuluyordu.

Her duvarda çekiç ve orak; her kampüste “Devrimci Şiddet”, “Kızıl Mücadele” çağrıları…

Okullarda silahlar depolanıyor, cephaneler kuruluyor, komünist yeraltı örgütleri “şehir mi kır gerillası mı olalım?” tartışmaları yapıyordu.

Ve bu çeteler, kendilerinden olmayan hiçbir gence hayat hakkı tanımıyordu.

Üniversiteler işgal altındaydı.

Fabrikalar, köyler, mahalleler; her yerde baskı ve korku egemendi.

Devlet ise ya acizdi, ya da susturulmuştu.

İşte bu kaosta, bir adam çıktı milletin önüne.

Başbuğ Alparslan Türkeş.

Sessiz çoğunluğun sesi, bastırılmak istenen Türk kimliğinin nefesiydi.

Etrafına birkaç inançlı genç topladı. Onlara komünizmin Türkiye’yi nasıl zehirlediğini anlattı.

Ama sadece karşı çıkmadı, alternatif sundu:

Türk Milliyetçiliği.

Türk Toplumculuğu.

Dokuz Işık.

Bu seminerler, bu sohbetler, kısa sürede bir çığa dönüştü.

Önce Ülkü Ocakları kuruldu.

Sonra her şehirde, her okulda, her mahallede ülkücü gençlik teşkilatları filiz verdi.

Bu gençler sadece kavga etmedi.

Kur’an okudu, tarih öğrendi, Türk töresini ezberledi.

Başbuğ’un öğrettiği gibi:

“Ocağın demiri töredir. Genç, ancak töreyle büyür.”

Ve bu gençler, silahla değil imanla karşı koydular.

Ama komünist çeteler durmadı.

Türkiye’yi “ikinci Küba” yapma hayalleriyle, karşılarında yalnızca baş eğmeyen Türk gençlerini buldular.

Kızıl Saldırı, Bozkurt Direnişi

1978 – 1980 yılları arasında, Ülkücü Hareket büyük bir bedel ödedi.

Tam 5000’den fazla Ülkücü, sokak ortasında, okul bahçesinde, evinde, cami çıkışında katledildi.

Sadece fikirlerinden dolayı…

Sadece Türk milletini savundukları için…

Başbuğ, her gün bir evladının tabutunu taşıdı.

Her cenazede, yüreği yanarak ama gözyaşı dökmeden durdu.

Çünkü o, gözyaşı değil; irade öğretiyordu.

Ve iç savaşın eşiğine gelen ülkede, devletin bekası için halkı sükûnete çağırdı.

Zira biliyordu:

“Türk devleti düşerse, bir daha ayağa kalkamaz.”

12 Eylül Darbesi: Kurban Edilen Vatan Evlatları

Ve 12 Eylül 1980 sabahı geldi.

Tanklar yürüdü, devlet yönetime el koydu.

Ama ne hazindir ki; devleti savunanlar değil,

devleti komünist ihtilalden koruyan Ülkücüler idam sehpalarına çıkarıldı.

Başbuğ Alparslan Türkeş, ihtilalden üç gün sonra teslim oldu.

İlk durak: Uzunada.

Sonra: Mamak Askerî Cezaevi, C5 İşkencehaneleri…

Tam 4,5 yıl boyunca türlü işkencelere maruz kaldı.

Mahkeme salonlarında idamı istendi.

Ama o yine eğilmedi.

Gözlerinin içine baka baka haykırdı:

“Ben gençlerime bayrağı koruyun dedim.

Siz bundan rahatsızsanız, Türk milletinden rahatsızsınız demektir!”

Bir Miras Değil, Bir Namus: Başbuğ’un Vasiyeti

1987’de özgür kaldı.

Ama ömrü bitmiş, bedeni yorulmuştu.

O, millet için yaşadı ve millet için sustu.

4 Nisan 1997 sabahı, Türkiye bir çınarını kaybetti.

Ama arkasında ne bıraktı?

Bir parti mi?

Bir unvan mı?

Hayır.

O bize şunu bıraktı:

Türk milliyetçiliği bir hamaset değil, bir hayat biçimidir.

Bir miras değil, bir namustur.

İbrahim Murat Gündüz’den Son Söz:

Ben, İbrahim Murat Gündüz olarak, bu davanın bir neferiyim.

Başbuğ’un izinden dönmek, Türk milletinin yüzüne bakamamaktır.

Biz biliyoruz ki:

Başbuğ’un mirası bizim namusumuzdur.

Ve bu namusa ihanet edenin yolunu, Türk milletinin vicdanı kesecektir.

O sustu…

Şimdi konuşma sırası bizde.

O yürüdü…

Şimdi nöbet sırası bizde.

O öldü…

Ama davası hâlâ yaşıyor.

Ve biz, o davayı taşımaya yeminliyiz!

#ibrahim-murat-gunduz

http://ibrahimmuratgunduz.org/2025/03/20/ataturk-ve-timur-turkun-kilicina-hayranlik/

http://ibrahimmuratgunduz.org/2025/03/18/onbesliler-savas-meydanindaki-destan-kahramanlari/

http://ibrahimmuratgunduz.org/2025/03/18/canakkale-turan-evlatlarinin-kaniyla-yazilmis-seref-berati/

 

 

 

İlgili Yazılar